Öncelikle 30 Ağustos’un öneminden bahsedeyim. Anadolu topraklarında emperyalist güçlere karşı girilen mücadelede beklenenin aksine büyük bir zafer elde eden Türkiye Devleti’nin, işin silahlı kısmına son verdiği gün 30 Ağustos. Savaş meydanlarında kazanılan son zafer. Sonrasında Zafer Bayramı diye anılması da bundan. Bu zaferin devamında gelişen her şey tartışmaya açık. Bu topraklarda ve Dünya’nın başka yerlerinde yaşayan halklar için ama büyük ama küçük bazı sonuçlar doğurduğu aşikar. Bunlardan bağımsız olarak; bence bu zaferin bizatihi kendisi sömürülen halklar ve topraklar için bir cesaret kaynağı, bir umut ışığı olmuş olabilir. Bu açıdan değerli bir gündür.
Asıl konuya dönecek olursak, burada uzun uzun tekrar ederek sizleri sıkmak istemediğim bir dizi nedenden ötürü mevcut AKP iktidarının bu tarz milli bayramlarla Atatürk’ü mümkün olduğunca birbirinden uzaklaştırma eğilimde olduğunu biliyoruz. Ama bu sene gerek bu ülkenin diktatörü, gerek kağıt üstündeki siyasi iktidar, gerek yandaş basın, gerekse bu siyasi oluşumun sempatizanı yahut yalakası güruhta gözlemleyebildiğim kadarıyla işe Mustafa Kemal’i de dahil etme furyası baş göstermiş.
Geçen seneki darbe benzeri eylemden sonra dindar kesime temkinli yaklaşan siyasi iktidar çözümü rahat manipüle edebileceği, fikren yeterlilik düzeyine ulaşamamış, okullarda öğretilenden öteye gidemeyen, cemaat yapılanması gibi yarın öbür gün güçlenebilme ışığını göstermeyen ulusalcı ve Atatürkçü kesime yönelmekte bulmuştu. Bunun en basit örneğini bire bir yaşıyorum. ODTÜ rektörü Verşan Kök de yine bu minvalde, geçen seneye kadar mevcut iktidarın yüzüne bakmayacağı; ama şimdi güvenebileceği, en azından kendi teşkilatındakilere göre daha az güvensizlik duyacağı bir profile sahip. Devlet kadrolarındaki cemaatçileri ve bahane bulmuşken araya sıkıştırmak istedikleri solcuları tasfiye etmelerinin ardından doğan boşluk o kadar büyük ve birbirlerine duydukları güven o kadar küçüktü ki çareyi dizginlemesi kolay Atatürkçülerde buldular.
Hâl böyleyken 30 Ağustos’un da Yenikapı’yla başlayan süreçte giderek birbirine yaklaşan muhafazakarlar ve ulusalcılar arasındaki minik jestlere alet edilmesi kaçınılmazdı. Uzun zaman sonra ilk defa gerek yazılı ve görsel gerekse sosyal medyada ve de siyasilerin mesajlarında bu kadar çok “Atatürk” gözüme çarptı. Bu hayra mı alâmet bilmiyorum. Ama tahmin etmem gerekirse, çok da değil sanki.