Seçim Boykotu
Her şeyden önce değinmek istediğim bir ikilem var. Seçimlerin gerek sunulan kısıtlı seçenekler gerekse şaibeli sonuçları ile oy vermemek arasındaki ikilem… Eğer ülkedeki mevcut seçim sisteminde sandığa gitmemek de politik arenada bir temsil yaratabilseydi, kesinlikle gitmezdim. Kötünün iyisini seçmek zorunda olmak, hatta ve hatta ne yaparsak yapalım sonunda en kötüsünün seçildiğini izlemek nereden baksanız çirkin. Zaten demokrasiden nasibini ancak seçim yapacak kadar almış bir ülke olduğumuz için de o sandığa gitmek sancılı. Gelgelelim mevcut seçim ve temsil sistemi öyle bir ayarlanmış ki, sandığa gitmemek düzene karşı politik bir isyan değil tam tersine düzenin en güçlü siyasi aktörüne dolaylı bir destek olarak kodlanmış. Hâl böyleyken olay sadece matematiksel birkaç hile hurda. Sandığa atılmamış her oy, atılanlar içinde en yükseğini alanın temsil ve yetki gücünü artıran bir araca dönüştürülüyor. Dolayısıyla mevcut durumda kan ağlaya ağlaya da olsa sandığa gitmek, ideolojik bir teslimiyet değil, düzenin sistematik hilesine sokulan bir çomak aslında. İşin bir de öteki boyutu var tabii ki. Hayatın her alanına müdahil olan ve bunu tek başına gerçekleştiren bir ülke yöneticisi hem totaliterdir hem otoriterdir hem de diktatördür. Totaliter ve otoriter diktatörlük rejimini seçimle yıkmaya inanmaksa en hafif tabiriyle fazla iyi niyetliliktir. Tarihte ilk kez diktatörünü demokratik bir seçimle gönderen ülke olmayı hak edecek ne yaptık bunu bir düşünmek lazım. Sonuçta, sandığa gidip gitmemek konusunda bütün bunları iyi tartmakta ve bu hususta ona göre karar vermekte fayda görüyorum.
Seçim Güvenilirliği
Bu mevzuda canımı çok sıkan bir genel yanılgı durumu söz konusu. Seçim hileleri ne yazık ki insanlar sayı saymayı bilmedikleri için yapılmıyor. Ülkede öyle bir güruh var ki, eline bir kağıt ve bir kalem alıp sandık başına giderek doğru sayı sayarsa her usulsüzlüğü engelleyebilir zannediyor. Ve ne yazık ki bunu da çok büyük bir ciddiyetle ve bilmişlikle gerçekleştiriyor. Bu ülkede Twitter’dan tutanak fotoğrafı paylaşılırsa belediye başkanı değişecek zanneden insanlar bile oldu. Keşke bu insanlar bu heyecanlarını, bu emeklerini böyle usul ve hukuk bilmeden beyhude yerlere harcamak yerine daha faydalı alanlara kanalize etseler. Komşunun, dolmuşçunun, esnafın vesaire adını, hâlini, hatrını sorup daha sonra ülkedeki adaletsizliği, hukuksuzluğu, yoksulluğu, zulmü anlatabilseler. Ama özellikle ulusalcı kesimdeki tepeden bakma hâli; muhafazakar seçmeni bir avuç aptal olarak görüp, seçimi akşam sandığa gidip doğru sayı saymayla kazanacağına inandırıyor. Oysaki bu ülkede oylar üçü beş göstererek değil; vatandaşı işiyle, ekmeğiyle, hatta silah gösterip hayatıyla tehdit ederek çalınıyor. Seçimin güvenilirliği zaten baskın olmasıyla, haksız rekabetiyle, hukuksal yanlışlıklarla ayaklar altında. Bunu ön kabul olarak almamak yukarıda bahsettiğim fazla iyi niyetliliğin ta kendisi.
Partiler, Adaylar ve Seçmenler
Ne olursa olsun bu seçimin kazananı yine milliyetçiler ve muhafazakârlardır. Bugün meydanlarda miting yapan istisnasız her seçmen milli ve dini değerlerin doğruluğunu sorgusuz kabul edip konuşmasını bunun üzerine dizayn etmektedir. Hem bu söylemler hem de CHP’nin aday listesindeki tasfiye ve tercihleri şunu kabul ettiklerini göstermektedir: “Bu seçimi AKP’ye en çok benzeyen kazanacak”. Bir kere ilk ve belki de en büyük yanlış burada yapılıyor. Halka ‘totaliter ve otoriter AKP’, ‘ulusalcı AKP’, ‘milliyetçi AKP’, ‘dindar AKP’ arasında seçim yapmayı dayatmak başlı başına bir ihanettir özünde. Bugünkü şartlarda bir aday hariç diğer tüm adaylar 16 yıl önceki Tayyip Erdoğan’dan enstantaneler sunuyorlar. O bir aday zaten yürüttüğü çalışmayla, söylemleriyle, uğradığı haksızlıklarla ve yalnızlaştırılmasıyla kendini çok rahat belli ediyor. İşte bence bu seçimdeki en kritik husus bu.
Özellikle son zamanlarda popülaritesini giderek artıran, ekran başında laik atak geçiren ulusalcılara adeta orgazm yaşatan Muharrem İnce; her mitinginde sermayeci ve piyasacı tavrını apaçık bir şekilde ortaya koyuyor. En büyük vaadi fabrika bacası tüttürmekken, sermaye sahiplerine karşı o fabrikadaki işçinin yanında olacağına dair en ufak bir gösterge sunmuyor. Facebook’taki “Atatürk’ü Seven Bin Kişi Bulurum” minvalinde sayfalarda paylaşılan orta yaş ulusalcı içeriklerini mitinglerinde dev ekranlardan defalarca kitlelere sunuyor. Bu seçim sürecinin bana öğrettiği en önemli toplumsal olgulardan biri şu oldu, CHP seçmeni ile AKP seçmeni arasında temelde çok da büyük farklılıklar yok. AKP seçmenini Tayyip Erdoğan hakkında düşündüklerinden, söylediklerinden, yaptıklarından dolayı sözümona aptal, yobaz, cahil ilan eden bu güruhta bugün aynı şeyleri Muharrem İnce için yapma eğilimini görüyorum. Yine seçmenlerin demografik özelliklerine bakılırsa da iki adayın seçmenleri arasında hatırı sayılır benzerlikler ortaya çıkacağına adım gibi eminim.
Meral Akşener ve İyi Parti’nin oyuna dair kamuoyunda büyük bir beklenti oluşmuştu. Son zamanlardaki anketler üzerine İP’den ve Akşener’den yana ümitli olanların uğradığı hüsrana anlam veremiyorum. Çok basit bir gözlem ve hesap yaparak bunun oldukça normal olduğunu anlayabiliriz aslında. Bu ülkede sağın oyu çok uç istisnalar haricinde %60-70 arasında değişim gösterdi. Bugün genç nüfusun ülkedeki baskı ortamından dolayı sağa karşı geliştirdiği antipatiyi ve sol blokta ortaya çıkan yeni ve güçlü aktörleri ve de son yıllardaki seçim sonuçlarını düşününce, bugün sağ seçmenin tüm seçmenlerin %60 gibi bir kısmını oluşturacağını beklemek makul gözüküyor. Anket sonuçları ve kişisel tahminlerime göre bunun %45’i AKP’nin, %5’i ise MHP’nin iken İP’nin %10 civarlarında oy alması kuvvetle muhtemel. İP’nin oyunun artması için bu iki partinin oylarının düşmesi gerekmekte. Son göstergelere göre Akşener, Cumhur İttifakı’ndan oy çalma misyonuyla çıktığı bu yolculukta kafasındaki başarı düzeyinden çok uzakta kalmış görünüyor.
Tayyip Erdoğan’a dair nispeten çılgınca bir teorim var. Bence bir devlet başkanıyla, ya da bir eş dostla, akrabayla falan iddiaya girdi. “Ben meydanlarda gaflar yaparım, potlar kırarım, vaat olarak bile sadece kıraathane açmayı sunarım yine de bu seçimi kazanırım” diye. Bu seçim sürecinin başka bir açıklaması yok. Erdoğan’ın hasta olduğuna dair spekülatif bilgileri ben gerçekçi bulmuyorum. Özellikle ulusalcı yakınlarınız varsa ya da bir müddet Halk TV izlerseniz görüyorsunuz ki ülkede siyaseti magazinselleştirmeye meyilli bir güruh var. Bu tarz politikayla, ideolojiyle, mücadeleyle alakası olmayan spekülasyonlarla seçmeni, izleyiciyi -ve tabii ki müşterileri aynı zamanda- oyalamanın ve umutlandırmanın peşindeler. Dolayısıyla Erdoğan’da alışık olmadığımız bu sakarlığın, beceriksizliğin ve tembelliğin görülmesinde bir bit yeniği aramak o kadar da absürt olmayabilir. Neticede Erdoğan kurt bir siyasetçi, böyle az sayıda ve başarısız geçen mitinglerle amaçladığı bir şeyler olabilir. Seçimlerden sonra birkaç dostuyla bir yerlerde oturup “Ben bu ülkede ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim seçim kazanırım aga” diye keyif çatıyor olması da muhtemel.
HDP’nin her seçimde “Baraj altı kalırsak AKP şu kadar fazla milletvekili alır” söylemiyle oy toplamaya çalışmasına dair gelen eleştiriler bence de kabul edilebilir. Stratejilerini belirlerken bunun üzerinden bir yol haritası çizmekte daha büyük fayda görmüş olmaları muhtemel. Yoksa sadece bununla değil; adayları arasındaki eşitlikçi ve çeşitli dağılımla, korkusuz ve demokratik söylemleriyle, ilk günden beri Erdoğan’ın başkanlığına karşı gösterdikleri kararlı duruşla, sadece etnik değil inançsal, cinsel ve ekonomik azınlıklara yaklaşımlarıyla vaat ettikleri birçok şey var aslında. HDP’nin baraj sorunu yaşayacağını düşünmüyorum, öte yandan ne kadar güçlü bir şekilde çıkarsa bu seçimden geleceğe dair o kadar kararlı bir mesaj vereceği aşikar.
Bu Düzen Değişmeli Platformu’nun yani TKP’nin çalışkanlığı ve tavizsiz duruşu yine bu seçimin önemli kazanımlarından biri. Mevcut seçim sisteminin temsiliyet konusundaki yetersizliğinden daha önce de bahsettim. Bu yüzden meclise milletvekili sokabilirler mi, sokarlarsa kaç tane olur bilemiyorum. Öte yandan yürüttükleri seçim çalışmalarının gerek seçmende gerekse partide uzun vadede oldukça olumlu bir tezahürü olacağını düşünüyorum.
Sonuç Olarak
Sandıktan medet ummanın, halkın istek ve çıkarlarının ülke yönetimine minimum sapmayla yansıyacağına inanmanın, Erdoğan sonrası Türkiye’nin kısa ve orta vadede iyileşme göstereceğini düşünmenin çok da gerçekçi olmadığı kanısındayım. Hele bu mevcut alternatiflerle bu toprakların asıl sorunu olan sömürünün ve adaletsizliğin yok olacağını zannetmek büyük saflık. Yine de her yanlışlık bir gün boğazlanır, her karanlık bir gün aydınlanır. Bu topraklar da bir gün insanca yaşamayı, paylaşmayı, kardeşliği ve adaleti görecek. Bu seçim de iyisiyle kötüsüyle, günahıyla sevabıyla bu yoldaki bir kilometre taşıdır. Ne kadar antidemokratik bir ortamda ve yöntemle gerçekleştirilmiş olursa olsun, bu seçimin sonucu uzun vadede başka sonuçların nedenine dönüşecektir. Belki statükoyu yakıp yerle bir etmez ama, belki de ilk kıvılcım bu seçimden sonra çıkar.